Halil Cibran - "Ermiş"

Dienstag, 22. Januar 2008

Halil Cibran - "Ermiş" ("Der Prophet")

Ermiş

Halil Cibran'ın, Aytunç Altındal tarafından Türkçe'ye çevirisi (1974) yapılmış olan Ermiş (The Prophet) isimli kitabından bölümleri okuyabilirsiniz.

1. Giriş
2. Sevgi
3. Evlilik
4. Çocuklar
5. Vermek
12. Suç ve Ceza
13. Kanunlar
16. Acı
17. Kendini Bilmek
22. İyi ve Kötü
24. Zevk


1. Giriş

Gecelerin ağaran şafağı, seçkin ve sevgili kul El Mustafa, on iki yıl var ki, Orphalese kentinde, gelip de kendisini doğduğu yere, o küçük adaya geri götürecek olan gemiyi bekliyordu.

Ve on ikinci yıl, hasat ayı eylülün yedinci günü, kentin surlarla çevrili olmayan bir tepesine çıkıp denize baktı; ve sis içinde bir karaltı gibi yaklaşan gemiyi görüverdi.

Birden yüreğinin kanatları ardına dek açıldı ve içinden taşan mutluluk denizinin enginlerine doğru uçup gitti. Sonra gözlerini kapadı ve ruhunun o büyük suskunluğu içinde dua etmeye koyuldu.

Tepeden inerken, nedendir bilinmez, bir hüzün çöküverdi omuzları üstüne ve bir düşünce sardı içini:

Kedere kapılmaksızın gönül rahatlığıyla gidebilecek miyim? Üstelik canıma işleyecek bir sızı duymak da var bu topraklardan ayrılırken.

Uzundu şu çepeçevre surların içinde acı çekerek geçirdiğim günler ve yalnızlık dolu geceler, bitmek bilmeyen; hem kim ayrılabilir ki acılarından ve yalnızlığından pişmanlık duymadan.

Nica parçalara bölünüp, dağılıp gitmiştir ruhum bu kentin sokaklarında. Özlemini çekeceğim nice çocuk dolaşmıştır şu tepelerde, çıplak. Yüreğimde bir ağırlık, içimde bir sızı duymaksızın onlardan kopup gidebilmek zor.

Ne üzerimden çıkarıp attığım bir giysi, ne de geçmişe gömülecek bir anı, kendi ellerimle paraladığım bir ten, açlık ve susuzlukta bezenmiş bir yürektir bugün.

-
Yine de oyalanmamam gerek.
Her şeyi kendine çağıran deniz, işte çağırıyor, gitmeliyim.
Geceler ne denli sıcak olursa olsun, gidememek donmak demektir. Gitmeliyim, çünkügidememek, olduğu yerde taş kesilmek ve uysallaştırılmış bir toprağa çakılıp kalmak demektir.

Götürebilsem seve seve alır götürürüm yanımda her şeyimi buraların.
Ama nasıl?

Sözcükler, ne dili ne de kendilerine kanat takan dudakları yanında götürebilirler. Yapayalnız dağılırlar boşluğa ve yapayalnız ararlar yaşamın gücünü.

Yapayalnızdır güneşe doğru uçan kartal, yanında yuvası yoktur.

-
Tepenin yamaçlarına eriştiğinde, bir kez daha dönüp denize baktı. Gemisi limana girmek üzereydi. Pruvasına denizciler doluşmuştu… ülkesinin insanlarıydı gelenler.

-
Bir heyecan kapladı içini. İçisıra denizcilere seslendi:
Hey anayurdumun evlatları, hey dalgaların süvarileri,
Kimbilir kaç kez yelken açtınız düşlerimde. Ve işte tam uyanmıştım ki, geldiniz, oysa uyanmışlığım en derin düştür benim için.
Gitmeye hazırsam, sabırsızlığım, çekili yelkenleriyle rüzgarı bekliyor demektir.
Son bir soluk kaldı buraların bu durgun havasından soluyacağım ve son bir bakış, gerilere, sevgi dolu.
Sonra aranızdayım, dimdik, bir denizci olarak.

Ve sen, ey giç uyumayan ana, ey büyük deniz,
Barış ve özgürlük demeksin akan suya, çağlayan nehire.
Bu sana erişen suyun çıkaracağı son çalkantı, kuytu meydanları dolduran son rüzgar uğultusudur bu.
Sonra sana karışacağım, sınır tanımayan bir büyük denize, sınır tanımayan bir damla olarak.

-
Yürümeye koyulduğunda, uzaktan, bağ ve bahçelerini bırakmış kadın ve erkeklerin kentin giriş kapılarına doğru koşturmakta olduklarını gördü.

Uzaktan uzağa seslerini duydu. Kadınlar ve erkekler bir yandan ismini çağırıyorlar, bir yandan da geminin geldiğini öbür bahçelere duyuruyorlardı.


-
Kendi kendine mırıldandı:
Yoksa ayrılığın gelip çattığı gün, acıların birbiri üstüne yığıldıkları bir gün mü olacak?

Yoksa bu arife akşamı, benim için gerçekte bir gün doğuşu mudur, bilinmez?

Karasabanını bırakıp koşturan, ya da üzüm cenderesini boşlayıp seğirten şu adamlara verebilecek neyim var?

Yoksa, yüreğim bir andan dalları meyva dolu bir ağaca dönüşecek de, koparıp her birine mi dağıtabileceğim?

Yoksa, tutkularım bir anda su gibi taşacak da, boş kaplarını mı dolduracağım?

Yoksa, üzerinde yaradanın parmaklarının dolaşabileceği bir harp ya da o’nun üflediği bir flüt mü olacağım bir anda?

Suskunluğun arayıcısıyım ben, ama sessizlikler içinde bir hazine mi buldum ki, güvençle çevreme dağıtabileyim?

Hangi tarlalara, hangi anımsanmayan mevsimlerde tohum serpmişim de, meğer ki bu benim hasat günüm olsun?

Meğer ki, elimdeki kandille çevremi aydınlatmak saatim gelmiş olsun, o kandilde yanan alev ben değilim ki.

Bomboş ve ışıksız bir kandildir elimde yükselen.

Yağını koyup, fitilini ateşleyecek olan gecenin bekçisidir.


Bu sözcükleri mırıltıyla da olsa dışarı vurdu, ama bir çoğu da söylenemeden yüreğinin derinliklerinde gömülü kaldı. Tıpkı kimselere açamadığı içindeki o büyük giz gibi.

-
Kente girdiğinde halk çevresini sarıverdi. Bir ağız olmuşlar ismini haykırıyorlardı.

Derken kentin yaşlıları öne çıkıp konuştular:
Bizleri bırakıp gitme hemen.
Alacakaranlığımıza aydınlık oldun. Yeni düşler edinebildik senin gençliğinden.
Bizler için ne bir yabancı ne de bir konuksun. Hepimizin evladı ve hepimiz için en değerli varlıksın.
Yüzünü görebilmeye hasret koma bizleri hemen.

Yaşlılardan sonra rahipler ve rahibeler konuştular:
Denizin dalgaları bizleri ayırmasın, aramızda geçirdiğin yıllar bir anı olmasın.
Bizlere can kazandırdın, gölgen yüzlerimizi aydınlatan ışık oldu.
Seni çok sevmiştik. Ama sözcüklerle belirtilmemiş bir sevgiydi bu. Peçelerin ardına saklamıştık sevgimizi.
İşte, şimdi sana haykıran o’dur. Peçelerinden arınıp apaçık yoluna çıkan sevgimizdir.
Ve ayrılık günü gelip çatıncaya dek böylesine yüce olduğunu hiç bilememiştir.

-
Daha niceleri gelip yalvar-yakar oldular. Ama o hiçbir şey söylemedi. Başını öne eğdi ve kalakaldı bir süre. Gözlerine bakanlar göğsüne doğru süzülen yaşları gördüler.

Sonra hep birlik oldular ve tapınağın karşısındaki büyük alana doğru yürüdüler.

Tapınağın önüne eriştiklerinde bilge kadın El Mitra çıktı.

El Mustafa, kente girdiği gün, kendisini arayıp bulan ve iman eden bu kadına sevgiyle baktı.

Kadın şu sözlerle karşılık verdi:
Ey Tanrı’nın Elçisi, o en yüceye erişebilmek uğruna nice yıllar tükettin.
İşte nihayet gemin geldi, artık gitmek isteyeceksin.
Büyük bir özlem duyuyor olmalısın anılarını bıraktığın yurduna ve yüce tutkularını saklayan topraklara. Dileyelim ki, sana olan sevgimiz seni yolundan alıkoymasın.

Ama gitmeden önce senden bir isteğimiz var. Bizlere erdiğin gerçeği anlat.
Amlat ki, biz de çocuklarımıza anlatabilelim, onlar da kendi çocuklarına aktarsınlar, yütüp gitmesin öğretin.

Kendi yalnızlığına bürünüp bizlerin yaşantısını gözlemiştin. Uykularımızda iç çekişlerimizi ve gülüşlerimizi dinleyebildin, çünkü bizler derin uykudayken sen uyanıktın.

Öyleyse gel, biz neyiz, bizlere bunu açıkla. Doğumla ölüm arasında neler bildin onları anlat.

Ve El Mustafa yanıtladı:
Ey Orphalese halkı, içinizden geçenler nelerdir ki, onlar hakkında konuşmamı istersiniz?
________________________________________________________

2. Sevgi

Sözü El Mitra aldı: Sevgi'den söz et bizlere.

El Mustafa başını kaldırıp çevresindekilere baktı. Bir sessizlik kapladı alanı. Sonra yüce bir sesle konuşmaya başladı.

Sarp ve kayalıklıdır sevginin yolları.

Ama içinize ateş düştü mü, izlemekten geri durmayın.

Sizi kanatlarının arasına alıp saklamak isterse, karşı koyun,
Çünkü bilin ki, bir an gelir, o kanatların arasından bir kılıçtır çekilir ve vurur inletir sizi.

Gerçi sözleri düşlerinizi darmadağın edebilir, tıpkı kuzey rüzgarının bahçeleri darmadağın ettiği gibi.
Ama sizinle konuştuğu zamanlarda, yine de ona inanmamazlık etmeyin.
Çünkü başınıza tacı oturtacak olan da, sizi çarmıha gerecek olan da sevgidir. Serpilip gelişmenizi isteyen de o, budanıp kalmanızı isteyen de o'dur.


Bir yandan yükseltinize erişip, güneşe uzanan en ince dallarınıza bile sarılıyorken,
Bir anda gerisin geri dönüp köklerinize dek inerek sizin yeryüzünde ayakta durabilmenizi sağlayan bağlarınızı da sarsabilir.


Tıpkı püsküllerin mısırı sarışları gibi, sevgi de sizi kendisine sarar.
Soyunmanız ve önünde çıplak kalmanız için sizi zorlar.
Soyunuk kalıncaya dek üsteler de üsteler.
Bembeyaz kesinceye dek evirir, çevirir, acı verir canınıza.
Boyun eğdirinceye dek ezer, yoğurur sizi.
Sonra da, Tanrı'nın kutsal sofrasına ulaştıracak bir somun olabilmeniz için kutsal alevlerinin arasına alır, kavurur sizi.

Sevgi tüm bunları başarır, yeter ki siz kalbinizin sırlarını oğrenin ve bu yolla Hayat'ın yüreğinden bir parça olun.


Ama diyelim ki, korkulara kapılmışsınız da sevgiden salt bir huzur ve zevk bekliyorsunuz,
O zaman bir an önce çıplaklığınızı örtün ve sevginin zorlu - düzeninden uzaklaşıp, mevsimleri olmayan bir dünyaya sığının daha iyidir derim.
Çünkü ancak orada güler ve ağlayabilirsiniz, ama be gülüşünüz tam olur, ne de ağlarken tüm gözyaşlarınız dökülür.


Karşısındakine kendinden başka hiçbir şey vermez Sevgi, ve kendinden başka hiçbir şeyi de geri almaz.
Ne kendi dışındaki şeylere sahiptir, ne de kendisine sahip olunabilir;
Çünkü sevgi kendi kendini bütünler ve kendi kendine yeterlidir.

Sevgi gelip sizi bulmuşsa, "Tanrı'yı yüreğimde taşıyorum" demektense, "Tanrı'nın yüreğine eriştim" deyin.

Ve hiçbir zaman sevgiye yön verebileceğinizi düşünmeyin, çünkü Sevgi eğer sizi o değerde bulmuşsa, kendi yönünü kendi çizecektir.


Sevginin kendini mutlu kılmaktan öte hiçbir arzusu yoktur.
Ama eğer sevgiye kapılmışsanız ve tutkularınız olsun istiyorsanız şunları kendinize seçin derim;

Tutkunuz, sevginin içinde erimek olsun. Tıpkı geceye şarkılar söyleyen bir akarsu gibi akıp gidin.

Tutkunuz, aşırı duygusal davranışların getireceği acıları tanımak olsun.

Tutkunuz, kendi Sevgi anlayışınızla kendinizi vurmak olsun,
Varsın istekle ve coşkuyla aksın kanınız.

Tutkunuz, kanatlanmış bir yürekle sabaha gözlerinizi açıp sevgi dolu bir güne başlayabiliyor oluşa teşekkür etmek olsun;

Tutkunuz, gün öğleye eriştiğinde oturup sevginin heyecanını düşünmek olsun;

Tutkunuz, gün akşama erdiğinde evinize minnet dolu bir yürekle dönebilmek olsun;

Ve yüreğinize gömdüğünüz sevgili için iyi birşeyler dileyip yatın; dudaklarınızda onu yücelten bir şarkı olsun.

Ermiş / Halil Cibran
________________________________________________________

3. Evlilik

Sonra yine El Mitra söz aldı: Ya Evlilik için ne dersin, erenler?

Ve yanıtladı El Mustafa:

Yeryüzüne birlikte geldiniz ve sonsuza dek birlikte yaşayacaksınız.
Ölümün ak kanatları günlerinizi bölene dek birlikte olacaksınız.
Tanrı'nın suskun anıları katına eriştiğinizde bile birlikte olacaksınız.
Ama bırakın da bunca beraberliğin arasında biraz boşluklar olsun,
Ve Tanrısal alemin rüzgarları esip dolanabilsin aranızda.

Birbirinizi sevin, ama sevginin üzerine bağlayıcı anlaşmalar koymayın.
Bırakın yüreklerinizin sahilleri arasında gelgit çalkalanan bir deniz olsun Sevgi.
Birbirinizin kadehini onunla doldurun ama aynı kadehe eğilip içmeyin.
Ekmeğinizi bölüşün, ama aynı lokmayı dişlemeye kalkmayın,
Şarkı söyleyin, dans edin, eğlenin birlikte, ama ikinizin de birer Yalnız olduğunu unutmayın,
Çünkü lavtadan dağılan müzik aynı, ama nağmeleri çıkaran teller ayrıdır.

Yüreklerinizi birbirine bağlayın ama biri ötekinin saklayıcısı olmasın.
Çünkü ancak Hayat'ın elidir yüreklerinizi saklayacak olan.
Hep yanyana olun, ama birbirinize fazla sokulmayın;
Çünkü tapınağı taşıyan sütunlar da birbirşbdeb ayrıdır,
Çünkü bir servi ile bir meşe birbirinin gölgesinde yetişmez.

Ermiş / Halil Cibran
________________________________________________________


4. Çocuklar

Sonra yavrusunu göğsüne bastırmış bir kadın söz aldı ve; "Bize Çocuklardan söz et", dedi.

Ve El Mustafa yanıtladı:

Sizin diye bildiğiniz evlatlar gerçekte sizin değildirler.
Onlar kendilerini özleyen Hayat'ın oğulları ve kızlarıdırlar.
Sizler aracılığıyla dünyaya gelmişlerdir ama sizden değildirler.
Sizlerin yanındadırlar ama sizlerin malı değildirler.

Onlara sevginizi verebilirsiniz ama düşüncelerinizi asla.
Çünkü onların kendi düşünceleri vardır.
Onların bedenlerini barındırabilirsiniz ama canlarını asla.
Çünkü onların canları, geleceğin sarayında oturur ve sizler düşlerinizde bile orayı ziyaret edemezsiniz.
Kendinizi onlara benzetmeye çalışabilirsiniz ama onları kendinize benzetmeye çalışmayın hiç.
Çünkü Hayat ne geriye gider ne de geçmişle ilgilenir.

Sizler, evlatların birer canlı ok gibi fırlatıldıkları yaylarsınız.
Yayı geren, sonsuza açılan yolda kendine bir hedef edinmiştir ve oklarını en uzağa eriştirebilmek için Kendi gücüyle sizleri Gerer.
Yayı gerenin elinde seve seve bükülün,
Çünkü oku atan O güç, uzaklaşan okları sevdiği kadar elindeki sağlam yayı da sever.

Ermiş / Halil Cibran
________________________________________________________


5. Vermek

Sonra bir zengin söz aldı; "Bize Vermek'ten söz et" dedi.

Ve El Mustafa yanıtladı:

Elinizdeki mallardan verdiğinizde çok az verirsiniz,
Ancak canınızdan verdiğinizde gerçekten vermiş olursunuz.
Oysa canınız gibi sakladığınız mallarınız gelecekte muhtaç olurum korkusuyla bekçiliğini yaptığınız nesnelerden başka nedir ki?
Yarının ne getireceği belli mi?
Kutsal kente doğru yol alan Hacıların peşine düşmüş aşırı temkinli bir köpek,kızgın kumların altına bir kemik gömse, ne çıkar?

Olur da bir şeylere muhtaç duruma düşerim korkusu, gerçekte muhtaç durumda oluşun ta kendisi değil midir?
Su kaynaklarınız doluyken, susuz kalırsam diye korkulara kapılmak en giderilmeyecek susuzluk değil de nedir?


Kimileri, pek çok mal mülk sahibi oldukları halde ancak pek azını kıyıp da verebilirler. Üstelik bunları da salt gösteriş olsun diye verirler. Oysa bu içten pazarlıklı veriş, verdiklerinde bereket komaz.

Kimileri de ellerinde pek az olmasına karşın çıkarır olanı biteni verirler.
Bu gibiler hayata bağlanmış, ona inanç duyan kimselerdir ve onların ambarları hiç boş kalmaz.

Kimileri sevecenlikle verir ve edindikleri tüm armağan da bu olur.

Kimileri de verirken ıstırap çeker, çünkü onların yıkandıkları kutsanmış sulara (*) ıstırap karışmıştır.

Kimileri verirken ne ıstırap çeker, ne bundan kendine bir mutluluk payı çıkarmak peşinde koşar, ne de vermenin erdemli bir davranış olduğunu düşünür.
Bunlar da, o uzak vadilerde açan küçük menekşeler, kokularını yeryüzüne nasıl sunuyorlarsa, öyle verenlerdir.
Tanrı, işte bu gibi kimselerin elleri aracılığıyla konuşur ve onların gözlerinin ardından yeryüzüne bakarak gülümser.


İstendiği zaman vermek iyidir, ancak ihtiyaç içinde olanın durumunu kavrayıp o istemeden vermek daha iyidir;
Eli açık bir kimse için, verebileceği bir şeyleri alacak eli bulmak, vermekten çok daha yüce bir mutluluktur.
Hem, kişinin sonsuza dek elinde tutabileceği bir nesne var mı ki?
Bugün elde olanlar, bir gün gelecek, mutlaka başka ellere verilecektir.
Öyleyse şimdiden verebilmek varken, vermek mevsiminin varislere kalmasını beklemek niye?


"Vermek isterim ama verdiklerim yerini bulmalı, değmeli." der durursunuz.
Oysa meyve bahçenizdeki ağaçlar ve çayırlara saldığınız davarlar böyle söylemiyorlar.
Onlar yaşamak için veriyorlar, çünkü vermezlerse ölür, yiterler.

Günleri ve geceleri yaşamaya değer görülmüş bir kimse vereceklerinizi alabilmeye de değer durumdadır elbette.
Hayatın okyanusundan içebilmeye değer görülmüş bir kimse, sizlerin küçük derelerinizden de içebilecek değerdedir.

Almanın cesaret ve güvencesinde, hatta bağışlayıcılığında yatan çölden daha büyük kuraklık olabilir mi?

Hem sen kimsin ki insanlar senin önüne çıkıp da, değer olup olmadıklarını görebilesin diye göğüslerini açsınlar ve soydukları gururlarını senin ayakların altına sersinler?
Sen ilkin kendinin bir Verici-El olabilmeye değer olup olmadığını anlamaya bak.
Çünkü gerçekte can'a bir şeyler veren Hayat`tır... Sense kendini gerçek verici sanıyorsun. Oysa, bir tanıktan öte bir şey değilsin.


Ve ey siz alıcılar - ki hepiniz öylesiniz - kendinizi hiç bir zaman minnet yükü altına sokmayın.
Sokmayın ki, ne kendinize ne de vericiye bir boyundurluk takılmasın.
Verilenler hem size hem vericiye kanat olsun, birlikte yükselin.
Çünkü aklınızı minnetin ağır yüküyle doldurursanız, özgür bağırlı yeryüzünü ana, Tanrı`yı da baba olarak kabullenmiş olan vericinin elaçıklığından kuşku duymuş olursunuz.

(*) Vaftiz işlemi

Ermiş / Halil Cibran

________________________________________________________

12. Suç ve Ceza

Sonra kentteki yargıçlardan biri öne çıktı ve söz alarak, "Bize Suç ve Ceza'dan söz et" dedi.

Ve El Mustafa yanıtladı:

Sonra kentteki yargıçlardan biri öne çıktı ve söz alarak, "Bize Suç ve Ceza'dan söz et" dedi.

Ve El Mustafa yanıtladı:

Ruhunuzun rüzgarın önüne katılıp gittiği zamandır ki,
Yalnız ve bekçisiz kalarak, bir başkasına, dolayısıyla da kendinize karşı bir hata işlersiniz.

Ve işlenen bu hata nedeniyledir ki, kutsallığın kapısını çalmak ve bir süre önemsenmeden beklemek zorundasınız.


Sizin tanrısal - benliğiniz, tıpkı bir okyanus gibi,
hiçbir zaman kirletilemez.
Ve tıpkı yaşamın-gücü gibi, ancak kanatları olanları yüceltir.

Tanrısal-benliğiniz hatta bir güneşe bile benzetilebilir;
O güneş ki ne köstebeğin dolambaçlı yollarını bilir, ne de yılanın deliğini arar.
Ama sizin tanrısal-benliğiniz içinizde tek başına oturuyor değildir.
Aranızdan çoğu içleri sıra insanlaşmışsa da, bir çoğu henüz insanlaşabilmiş
değildir,
Bu gibiler, sisler arasında amaçsızca dolaşarak uyanışını arayan biçimsiz vücutlu bir cüceye benzerler.

Bense şimdi içinizdeki insandan söz edeceğim.
Çünkü suçu ve suçun cezasını bilen, içinizdeki tanrısal benliğiniz ya da sisler içinde dolaşan cüce değil, O'dur.


Nice kez, hata işleyen biri hakkında, sanki o sizlerden biri değilmis de bir yabancı ve dünyanıza başka yerlerden gelme birisiymiş gibi konuştuğunuzu duymuşumdur.

Oysa ben diyorum ki: Nasıl ki en kutlu ve en doğru bile sizlerin her birinin içindeki Yücelik'ten daha yüce değilse,
En kötü ve en alçak da yine her birinizin içindeki o Alçaklık'tan daha alçağa erişemez.
Nasıl ki bir yaprak, tüm ağacın sessiz bilgisi olmadan sararamazsa,
Hata işleyen de sizlerin tümünün gizli isteği ve onayı olmadan hata işleyemez.

Tıpkı bir sürecin kendi başına işleyişi gibi, sizler de hep birlikte tanrısal-benliğinize doğru ilerliyorsunuz.
Bu ilerleyiş de, yol da, yolcu da sizlersiniz.
Aranızdan biri tökezler de düşerse, arkasından gelenler için düşmüş demektir; onun ayağına takılan taş arkasındakilere uyarı olmalıdır.
Aynı şekilde, düşen, önde sağlam ve hızlı adımlarla yürüyenler için de
düşmüş demektir; çünkü onlar geçip giderlerken taşı bir kenara itmemişlerdir.


Belki yüreğinize ağırlık verecek ama, şunları da söyleyeceğim:
Öldürülen, kendi ölümünden dolayı sorumsuz değildir.
Ve soyulan, soyguna uğradığı için suçsuz değildir.
Doğru olan, kötülerin yapıp ettiklerine bakılarak masum sayılamaz.
Zalim zulmünü işletirken, Ak ellilerin elleri temiz olmaz.
Evet, suçu işleyen kimse, çoğu kez, yaraladığının kurbanıdır.
Dahası; mahkum kılınmış olan, suçsuz ve günahsızların yük taşıyıcısıdır.

Haklıyı haksızdan, iyiyi kötüden ayırt edemezsiniz;
Çünkü nasıl ki ak ve kara iplikler birlikte dokunuyorsa, onlar da aynı şekilde güneşin yüzüne karşı öylece yan yana duruyorlar.
Üstelik, kara iplik koparsa, dokumacı salt elindeki kumaşa değil, tezgahına da bakar.

Eğer aranızdan biri çıkar da ihanet etti diye bir zevceyi yargılanmak üzere ortaya getirirse,
O kadının kocasının kalbi de teraziye konsun ve ruhu ölçeklerle ölçülsün.
Suçluyu tokatlayacak olan kimse, suçun işlenmesine neden olan kimsenin de yüreğine baksın.

Aranızdan biri çıkıp ta hak saydığı için kötü bir ağaca baltasını indirmeye kalkarsa, ilkin köklerine de bir gözatsın.
Çünkü orada, toprağın sessiz yüreciği içinde, iyi ve kötü, bereketli ve bereketsiz köklerin bir arada sarmaş dolaş bulunduklarını görecektir.


Ve ey siz, doğruluktan yana olması gereken yargıçlar,
Dış görünüsüyle dürüst, fakat ruhen hırsız biri için nasıl bir ceza düşünürsünüz?
Gövdesi ile katil, ruhuyla kurban olan biri için hangi cezayı uygun görürsünüz?
Olay sırasında hain ve saldırgan davranmış olan, bir o kadar da incitilmiş ve öfkelendirilmiş olan birini nasıl sorguya çekersiniz?


Sonra, çektiği pişmanlık yaptığı hatalardan kat be kat yüksek olanları nasıl cezalandırırsınız?
Hem, pişmanlığı tattırmak sizlerin hizmet edebilmeye uğraştığınız kanunun öngördüğü Adalet'in hedefi değil mi?
Buna rağmen, sizler, ne masumların yüreklerine pişmanlık sokabilecek, ne de suçluların yüreğindeki pişmanlığı söküp atabilecek durumdasınız.
Gece oldu mu, pişmanlık çağrılmadan çıkagelir ve insanlar derin uykularından uyanıp kendilerine baksınlar ister.


Ve ey, adaleti tanıması gereken sizler, yapılan işlere tüm aydınlık altında bakamadıkça, onları anlayabilir misiniz?

Ayakta dimdik duranla, yere düşmüş olanın, cüce-benliğinizin gecesiyle tanrısal-benliğinizin gündüzü arasındaki alacakaranlıkta bekleyen aynı adam olduğunu bilmenizden sonradır ki,
Tapınaktaki köşe taşının, yapının temelindeki en alt taştan daha yüce olmadığını ancak anlayabilirsiniz.

Ermiş / Halil Cibran
________________________________________________________

13. Kanunlar

Sonra bir avukat söz aldı, "Ya Kanunlar için ne dersin, erenler" dedi.

Ve El Mustafa yanıtladı:

Gerçi siz kanunlar koymaktan hoşlanırsınız,
Ama koyduğunuz kanunları çiğnemekten daha çok hoşlanırsınız.
Tıpkı okyanusun sahilinde durmadan kumdan kaleler yapan sonra da bir vuruşta gülerek yıkıveren çocuklar gibi.
Oysa sizler kumdan kaleler yaptıkça okyanus sahile daha çok kum yığmaktadır.
Ve yaptığınız kaleleri yıktıkça okyanus sizlere gülmektedir.


Ama, kendileri için hayatın okyanus ve kul yapısı kanunların da kum kaleler değil,
Ama, hayatın kaya ve kanunların da bu kayanın üzerine kendi beğenilerini işleyebilecekleri birer keski olduğunu kabul edenlere ne demeli?

Rakkaselerden nefret eden topala ne denir ki?

Boynuna vurulmuş boyunduruğu seven ve ormanda gönlünce yaşayan geyiği ve ceylanı serseri sanan öküze ne denir ki?

Derisini değiştiremez olmuş yaşlı yılanın, ötekileri çıplaklık ve utanmazlıkla suçlayışına ne denir ki?

Ve dügün şölenine herkesten önce gelip tıkabasa karnını doyuran, sonra da yorgun düşüp, başkalarına tüm şölenlerin aykırılık ve tüm şölencilerin de kanun bozucu olduklarını söyleyene ne denir ki?


Bu gibi kimselerin güneş ışığında durdukları, sırtlarını güneşe dönmüş olduklarını söylemekten başka ne diyebilirim ki?

Bu gibi kimseler salt kendi gölgelerini görmektedirler ve kendi gölgeleri de kendi koydukları kanunlardır.
Ve onlar için güneş, kendilerine gölge dağıtan bir kaynaktan başka bir şey değil de nedir ki?

Bu gibi kimseler için kanunları bilebilmek demek, yeryüzüne serilmiş olan gölgelerine eğilip, onları ölçmek değil de nedir?

Ama ey güneşin ışınlarına karşı ilerleyen sizler, yeryüzünde hangi tasarım gölge sizleri yolunuzdan alıkoyabilir?

Sizler ki rüzgarı arkanıza almış ilerlemektesiniz, hangi rüzgar gülü sizin yönünüzü çizebilir ki?

Sizler insanlığın zindan kapısı önünde boyunlarınıza vurulmuş olan boyundurukları kırsanız, hangi kul yapısı kanun sizi engelleyebilir ki?

Raksederken ayaklarınıza insanlığın demir zincirleri çarpmıyorsa, hangi kanun sizleri korkutabilir ki?

Sizlerin giysilerinizi paralayıp da insanlığın yolu üzerine atmadıkça, kim sizi yargıçların önüne sürükleyebilir ki?


Ey Orphalese halkı, davulun sesini boğabilir, lir'in tellerini gevşetebilirsiniz, ama hangi biriniz çıkıp da tarla kuşunu ötmekten alıkoyabilir ki?

Ermiş / Halil Cibran

________________________________________________________

16. Acı

Ve bir kadın, "Bize Acı'dan bahset" dedi.

Ve El Mustafa cevap verdi:

Acınız, anlayışınızı saklayan kabuğun kırılışıdır.

Nasıl bir meyvenin çekirdeği, kalbi Güneş'i görebilsin diye
kabuğunu kırmak zorundaysa, siz de acıyı bilmelisiniz.

Ve eğer kalbinizi, yaşamınızın günlük mucizelerini
hayranlıkla izlemek üzere açarsanız,acınızın, neşenizden
hiç de daha az harikulade olmadığını göreceksiniz;

Ve kırlarınızın üstünden mevsimlerin geçişini
kabul ettiğiniz gibi,aynı doğallıkla,
kalbinizin mevsimlerini de onaylıyacaksınız.

Ve kederinizin kışını da,
pencerenizden huzur içinde seyredeceksiniz.

Acılarınızın çoğu sizin tarafından seçilmiştir.

Acınız, aslında içinizdeki doktorun, hasta yanınızı
iyileştirmek için sunduğu "acı" ilaçtır.

Doktorunuza güvenin ve verdiği ilacı sessizce ve sakince için;

Çünkü size sert ve haşin de gelse, onun elleri
"Görülmeyen"in şefkatli elleri tarafından yönlendirilir.

Ve size ilacı sunduğu kadeh dudaklarınızı yaksa da,
O'nun kutsal gözyaşlarıyla ıslanmış kilden yapılmıştır.

Ermiş / Halil Cibran

________________________________________________________


17. Kendini Bilmek

Sonra bir adam söz aldı ve "Bize Kendini Bilmek'ten söz et" dedi.

Ve El Mustafa yanıtladı:

Yürekleriniz kendi sessizlikleri içinde gecenin ve gündüzün gizlerini bilirler.
Ama kulaklarınız, yüreğinizin bildiklerini duyabilmeye can atar.

Düşünce olarak aklınızdan geçenleri sözcüklerle bilmek istersiniz.
Düşlerinizin çıplak bedenine parmaklarınızla dokunmak istersiniz.

Ve bunu yapabilmeniz iyidir.
Çünkü ruhunuzun gizli pınarı taşıp, denize doğru çağlamayı,
Ve sonsuz derinliklerinizin hazineleri gözlerinizin önüne serilebilmeyi gereksinmektedir.

Ama bırakın da sizlerin bilinmeyen hazinelerinizi ölçecek bir terazi olmasın.
Ve bilginizin derinliklerini değnek ve bilinen aygıtlarla ölçmeye kalkmayın;
Çünkü benliğiniz ölçüsüz ve sınırsız bir denizdir.

Daima "Gerçeği buldum" değil, "Bir gerçeği buldum" deyin.
Sakın "Ruhun yolunu buldum" demeyin. Onun yerine "Yolumun üstünde salınan ruha rastladım" deyin.
Çünkü ruh, tüm yollarda gezinir.
Ruh ne bir hat üzerinde yürür, ne de bir kamış gibi yetişir.
Ruh, sayısız yaprağıyla bir lotus çiçeği gibi, kendi kendine açar.

Ermiş / Halil Cibran

________________________________________________________


22. İyi ve Kötü

Ve şehrin yaşlılarından biri,
"Bize İyi ve Kötü'den bahset." dedi.
Ve o cevap verdi:

"Yalnızca içinizdeki iyilikten bahsedebilirim, kötülükten değil.
Çünkü kötülük, kendi açlık ve susuzluğu içinde
azap çeken iyilikten başka ne olabilir ki?

Gerçekten de iyilik, acıktığında en karanlık mağaralarda bile
yiyecek arar ve susadığında kirli, durgun sulardan bile içer.

Siz, kendinizle bir olduğunuzda iyisiniz; bununla birlikte,
kendinizle bir olmadığınızda, kötü değilsiniz.

Çünkü parçalanmış bir aile eşkiyaların ini değildir;
sadece parçalanmış bir ailedir.

Ve dümensiz bir gemi, tehlikeli adalar arasında
amaçsızca dolaşır durur, ama dibe batmaz.

Siz, kendinizden bir şeyler vermeye çabaladığınızda iyisiniz;
Kendiniz için bir kazanç sağlamaya çalıştığınızda ise,
kötü değilsiniz.

Çünkü, bir şey kazanmak için uğraştığınızda, toprağa tutunan
ve onun göğsünde beslenen bir kök gibisiniz.

Doğaldır ki, meyve köke
'Benim gibi, olgun, dolgun ve bol bol veren ol..' demez.
Çünkü, almak nasıl kök için bir ihtiyaçsa,
meyve için de vermek bir gereksinimdir.

Konuşurken tamamen uyanıksanız, iyisiniz.
Ama, diliniz anlamsızca kekelerken uyukluyorsanız,
kötü değilsiniz;
Ve sürçen bir konuşma bile, zayıf bir dili güçlendirebilir.

Amacınıza doğru sağlam ve cesur adımlarla ilerlediğinizde iyisiniz;
Fakat oraya topallıyarak gittiğinizde de, kötü değilsiniz.
Çünkü topallayanlarınız bile geri gitmez.

Fakat güçlü ve hızlı olanlarınız, incelik gösterin
ve topal birinin yanında asla topalllamayın.

Siz, sayısız konuda iyisiniz ve
iyi olmadığınızda ise, kötü değilsiniz.
Sadece oyalanıyor ve tembellik ediyorsunuz.

Ne yazık ki, geyikler kaplumbağalara çevikliği öğretemiyor.

İyiliğinizin, üstün beninize duyduğunuz özlemde saklı
ve bu özlem herbirinizde mevcut.

Ancak bazılarınızda bu özlem, yamaçların gizemini
ve ormanın ezgilerini taşıyarak, büyük bir güçle
denize doğru akan bir sel gibidir.

Ve diğerlerinde ise, dönemeçlerle ve kavislerle yolunu kaybeden,
kıyıya ulaşmadan önce oyalanıp duran durgun bir ırmağa benzer.

Yine de özlemi fazla olanın, az olana 'Neden bu kadar yavaşsın,
neden duraklıyorsun?' demesine izin vermeyin.

Çünkü gerçekten iyi olan, ne çıplak birine, `Neden elbisen yok?'
diye sorar, ne de evsiz olana 'Evine ne oldu?' der."

Ermiş / Halil Cibran
________________________________________________________

24. Zevk

Şehri yılda bir ziyaret eden bir münzevi
şöyle dedi: "Bize hazdan bahset."

O, konuşmaya başladı:

Haz bir özgürlük şarkısıdır,
Ama özgürlük değil...

Haz, arzuların tomurcuğudur,
Ama meyvesi değil...

Yükselişi çağıran bir derinliktir,
Ama ne derin, ne de yüksek olandır...

Kafestekinin kanatlanışıdır,
Mekanla sınırlanmış değildir...

Haz, aslında bir özgürlük şarkısıdır...

Bu şarkıyı tüm kalbinizle söyleyin,
Ama şarkıda kalbinizi yitirmeden...

Gençliğin büyük bölümü hazzı arar,
sanki haz herşey gibi; ama yargılanır
ve azarlanırlar.

Ben onları ne yargılar, ne azarlarım. Bırakın arasınlar...
Çünkü onlar arayışlarındayalnızca hazzı bulmayacaklar.
Hazzın yedi kızkardeşi vardır ve en küçükleri
bile hazdan daha muhteşemdir.

Bitki kökleri için toprağı kazarken hazine bulan
adamın hikayesini duymadınız mı?

Aranızda daha olgun olan bazıları geçmişte yaşadıkları hazları,
sarhoşken işlenen yanlışlar misali, pişmanlıkla hatırlar.
Fakat pişmanlık aklın bulutlandırılmasıdır, uslandırılması değil.

Onlar hazlarını minnetle anmalıdırlar,
bir yazın sonundaki hasat gibi.

Yine de onları unutmak rahatlatıyorsa,
bırakın rahat kalsınlar.

Arayanlar kadar genç, hatırlayanlar kadar yaşlı
olmayanlar ise, ruhun gereklerini ihmal etmek veya
kabahat işlemek korkusuyla hazdan sakınırlar.

Fakat onları da yönlendiren hazdır;
bitki kökleri için toprağı titreyen ellerle
kazsalar bile onlar da hazineyi bulurlar.

Söyleyin bana, onlar kim ki ruhu gücendirsinler?
Bülbül gecenin sessizliğini veya ateş böceği
yıldızları gücendirebilir mi?

Ve sizin ateşiniz veya dumanınız rüzgara yük olur mu?

Nasıl olur da ruhu, bir çomakla karıştırabileceğiniz
sakin bir havuz gibi algılayabilirsiniz?

Çoğunlukla, hazzı reddettiğinizde asıl yaptığınız,
varlığınızın gizli yerlerinde arzuyu depolamak olacaktır.

Bugün ihmal edilenin yarını beklemediğini kim bilebilir?

Ve bedeniniz, ruhunuzun müzik aletidir.
Ve güzel müzik veya anlaşılmaz
sesler çıkarmak size kalmıştır.

Şimdi kalbinize sorun:
'Bizim için iyi olan hazla zararlı hazzı nasıl ayırabiliriz?'

Kırlara, bahçelere çıkın; öğreneceksiniz ki çiçeklerden
bal toplamak arının hazzıdır; balını sunmak ise çiçeğin...

Çünkü arıya göre çiçek yaşamın kaynağıdır.
Ve çiçek için arı sevginin ulağıdır.

Ve ikisi için ise, hazzın verilmesi ve alınması
bir gereksinim ve bir vecddir...

Hazlarınızda arılar ve çiçekler gibi olun...

Halil Cibran


Auf deutsch "Der Prophet": http://www.i-bahmueller.de/xprophet/

User Status

Du bist nicht angemeldet.

Aktuelle Beiträge

Mehr von DJ C@N
hier gibt es mehr von DJ C@N www.dj-can.de.tl
DJ C@N (Gast) - 21. Feb, 15:00
gelb
warum?
zitrone (Gast) - 13. Feb, 22:54
Sana sitem yapiyorum...
Yalanci kör kursunlar degil bakislarim vursun seni...
elvan - 8. Feb, 22:19
Neredesin, niye beni...
Sensizlik öğle acı veriyor ki bana Dalıp dalıp gidiyorum...
elvan - 7. Feb, 23:13

Web Counter-Modul

Time is now

Suche

 

Status

Online seit 6163 Tagen
Zuletzt aktualisiert: 21. Feb, 15:00

Credits


Asla unutmayacağız seni!
Geçmiş olsun
Halil Cibran - "Ermiş"
İstanbul Anıları
Kinder
Liebeserklärungen
Nah alırsınız!
Özlem
Sitem
TARKAN 2008 yeni albüm
Türk müzik video klipler
Weisheiten
Profil
Abmelden
Weblog abonnieren